İklim Krizi ile Mücadelede Yasal Zorunluluklar ve Küresel Politika Değişimleri

26 Mart 2024

İklim Krizi ile Mücadelede Yasal Zorunluluklar ve Küresel Politika Değişimleri

Bilim insanları tarafından iklim değişikliği ve küresel ısınmanın etkileri üzerine yapılan çalışmalar 19. yüzyılın sonlarında başlasa da, sera gazlarının atmosferdeki konsantrasyonunun artmasının dünyamıza verdiği zararlar uzun yıllar boyunca dikkate alınmamıştır. 1979 yılında düzenlenen ilk Dünya İklim Konferansında, yaşanan iklim değişikliğinin küresel bir tehdit olduğu uluslararası toplum tarafından ilk defa kabul edilmiş ve kalıcı bir çözümün yalnızca hükümetlerarası işbirliği ile mümkün olabileceği de fark edilmişti. Buna karşın çözüme yönelik yapıcı adımlar 1994 yılında yürürlüğe giren ‘’Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine (UNFCCC)’’  kadar atılamadı ve süreç oldukça yavaş ilerledi. Ülkemizin de 2009 yılında taraf olduğu Kyoto Protokolü ve ardından 2020 sonrası iklim rejimini düzenleyen Paris İklim Anlaşması ile birlikte ülkeler kendilerine bazı hedefler koyarak iklim değişikliğine karşı mücadele konusunda ilk defa taahhütler vermeye başlamıştır. Tüm dünyanın gözü önünde verilen bu taahhütler maalesef bağlayıcı olmasa da hem uluslararası ticaretin standartlarını yeniden belirlemiş oldu hem de ulusların iklim değişikliğiyle mücadele hedeflerine ulaşabilmeleri için benimseyecekleri yeni politikaların, teşvik paketlerinin, yasal düzenleme ve regülasyonların oluşumunu tetiklemiştir. Özellikle endüstriyel üretimin yoğun olduğu ve küresel karbon emisyonlarının büyük bölümünden sorumlu olan gelişmiş dünya ülkelerinin birçoğu, ulusal yasalarını ve politikalarını güncelleyerek bu küresel tehdide karşı önlemler aldılar. Bu önlemler, sıkı emisyon azaltma taahhütlerinden yenilenebilir enerji kaynaklarına geçişe, enerji verimliliğini artırmaya ve sürdürülebilir kalkınmayı desteklemeye kadar çok geniş bir yelpazede çeşitlendirilmiştir.  

Ülkelerden örnekler

Örneğin Almanya, 2045 yılına kadar sera gazı emisyonlarını nötr hale getirmeyi hedefleyen ‘’İklim Eylem Planı'nı’’ 2021 yılında kabul etmiş ve bu plan ile birlikte Almanya; enerji, sanayi, ulaşım ve yapı sektörlerinde emisyon azaltım hedefleri belirlenmiş, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımını artırma taahhüdünde bulunmuştur. Benzer şekilde 2014 yılında Fransa’da ‘’Enerji Geçişi’’ yasa tasarısını kabul ederek 2030 yılına kadar yenilenebilir enerjinin enerji karmasındaki payını %32'ye çıkarmayı hedeflediğini açıklamıştır. Tüm bu çabalar Avrupa Birliği'nin (AB), 2050 yılına kadar dünyanın ilk iklim nötr bölgesi olma hedefine ulaşmayı destekleyen büyüme stratejisi ve geniş çaplı politika paketi olan ‘’Avrupa Yeşil Mutabakat (EU Green Deal)’’ dokümanı ile uyumlu bir şekilde takip edilmiştir. 2019 yılında oluşturulan bu stratejiyi 2021 yılında yayımlanan “Fit for 55 (55’e Uyum)” mevzuat değişikliği paketi izlemiş ve bu şekilde Avrupa Birliği 2030 yılına kadar emisyonlarını (1990 yılına kıyasla) %55 azaltmayı hedeflediğini beyan etmiştir. Bu paketin belki de en önemli bölümlerinden biri olan ‘’Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması’’ (SKDM/CBAM) uluslararası ticareti doğrudan etkilemektedir. 2023 yılı Ekim ayı itibariyle yürürlüğe giren bu uygulama, 1 Ocak 2026 tarihine kadar geçiş dönemi olarak kabul edilmiş ve ilk etapta demir-çelik, çimento, alüminyum, gübre, elektrik ve hidrojen ürünleri gibi AB’ye ithal edilen farklı ürünlerin üretimi aşamasında salınan karbon emisyonları ile üretim süreçlerinde kullanılan elektriğin üretiminden kaynaklı (dolaylı) emisyonların raporlanmasını şart koşmaktadır. 1 Ocak 2026 tarihinden itibaren başlayacak asıl uygulama döneminde ise ithal ürünlere gömülü emisyonlar için, AB Emisyon Ticaret Sistemi (ETS)’ndeki haftalık karbon fiyatları dikkate alınarak hesaplanan karbon vergileri ödenmeye başlanacak, çimento ve gübre sektörlerinde dolaylı emisyonlar da bu ücretlendirmeye tabi olacaktır. Tüm bu yasal düzenlemeler Avrupa Yeşil Mutabakatı çerçevesinde Avrupa Birliği ve ticari ilişki içerisinde olduğu tüm ülkelerde yaşanacak ekonomik dönüşümün boyutunu da bizlere göstermektedir.

 

Dünya’nın en büyük iki ekonomisi ve en fazla karbon emisyonu üreten iki ülkesi olan Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Çin ise AB kadar emin adımlarla ilerlemese de yaptıkları ulusal politika değişiklikleri ve yeni yasal düzenlemelerle uluslararası arenada sorumluluk aldıklarını göstermeye çalışmaktadırlar. Öyle ki çoğunlukla sert politik ilişkileri ile bilinen bu iki ülke ilk defa 2021 yılında İskoçya'nın Glasgow şehrinde düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansında (COP26) iklim değişikliğiyle mücadelede iş birliğini hızlandırmak için anlaşma yapmıştır. Her iki ülkenin de konuya bakış açısı ve uluslararası arenada verdikleri taahütlerin iç politikalarına yansımaları farklı olmuştur. Özellikle COVID-19 pandemisi sonrasında enflasyonun küresel bir biçimde yükselmesi ve enerji maliyetlerinin giderek artması sonuncunda ABD, karbon emisyonlarını azaltmayı ve yenilenebilir enerji kaynaklarını artırmayı amaçlayan çeşitli politikaları uygulamaya almıştır. Örneğin, ABD Başkanı Joe Biden tarafından 16 Ağustos 2022 tarihinde imzalanan “Enflasyonu Düşürme Yasası (The Inflation Reduction Act of 2022) bu politika çıktılarından en kapsamlı olanıdır. ABD tarihinin en büyük “iklim paketi” olarak kabul edilen düzenlemede; karbon emisyonlarının 2030 yılına kadar %40 oranında azaltılması, büyük ölçekli altyapı ve iklim teknolojisi projeleri aracılığıyla temiz enerjiye yatırım ve 2035 yılına kadar elektrik sektörünü tamamen karbonsuz hale getirilmesi hedeflenmektedir. Ayrıca, bu yasal düzenlemeler ile ABD sınırları içerisindeki fabrikalara 600-800 milyon dolar aralığında bir sübvansiyon tanınacak olması ve daha ucuz enerji fiyatları ile üretim yapılabilme gibi avantajlar yeni endüstriyel yatırımların ABD’ye kaymasını da sağlamıştır. Çin tarafındaysa ‘’Karbon Nötr Hedefi’’ kapsamında 2060 yılına kadar karbon nötr değerlere ulaşabilmek amacıyla kömür kullanımının azaltılması ve yenilenebilir enerji kapasitesinin büyük ölçüde artırılması hedeflenmiştir. Bu hedef doğrultusunda dünyanın en büyük ulusal karbon piyasasını kuran Çin, özellikle kömüre bağımlı elektrik enerjisi sektöründe karbon emisyonlarını azaltmayı planlamaktadır. Benzer şekilde Kanada ve Hindistan gibi ülkelerde kendi iklim politikaları ve mevzuat düzenlemeleri ile krizle mücadelede ulusal yol haritalarını belirleyen ülkeler arasında yer almaktadır. Ülkemizde, 2053 net sıfır emisyon ve yeşil kalkınma hedefleri doğrultusunda 2012 yılında ‘’2011-2023 Ulusal İklim Değişikliği Eylem Planını’’ yayımlamıştır. Ardından 2021 yılında uzun bir müzakere sürecinden sonra hem Paris İklim Anlaşması'nı onaylanmış hem de Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı bünyesinde ‘’İklim Değişikliği Başkanlığı’’ kurulmuştur. Ayrıca yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımını artırmak ve enerji verimliliğini iyileştirmek için ‘’Elektrik Piyasası Yenilenebilir Enerji Kaynakları Destekleme Mekanizması (YEKDEM)’’ gibi çeşitli teşviklerde uygulamaktadır. Rüzgar, güneş ve jeotermal gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına yapılan yatırımlar bu şekilde teşvik edilmekte, enerji verimliliği projeleri desteklenmektedir.

Süreç için yapılması gerekenler

Gelinen son noktada Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 28. Taraflar Konferansı (COP28), bu yıl 30 Kasım-12 Aralık 2023 tarihleri arasında Birleşik Arap Emirlikleri'nin Dubai kentinde düzenlenmiş ve ülkemiz de rekor bir katılımla konferanstaki yerini almıştır. Bu çerçeve sözleşmeye taraf olan 198 ülke, fosil yakıtlardan uzaklaşma çağrısında bulunarak ortak bir metin üzerinde uzlaşmış olsa da buradaki söylemlerin ve taahhütlerin gerçek eylemlere dönüşmesi gerekmektedir. Açıklanan verilere göre her yıl global karbon emisyonlarımız halen hızla artmaya devam etmektedir. Günümüzde yapılan tüm iyileştirmeler ve alınan aksiyonlar yalnızca iklim krizinin bazı olumsuz etkilerinin (küresel sıcaklık artışı) bir miktar yavaşlamasına imkan vermektedir. Ancak bu yavaşlama, Paris İklim Antlaşmasında hedeflenen 2 santigrat derecelik sınırı çoktan aştığı için beklendiği kadar büyük bir etki de yaratamamaktadır. Dünya genelinde yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelim ne kadar artarsa artsın global üretim ve tüketim süreçleri dengelenmediği sürece küresel emisyonların yaklaşık %45’lik kısmını hiçbir şekilde değiştirme imkanımız olmayacaktır. Dolayısıyla emisyonların ana kaynağı olan ve ‘’üret-tüket-at’’ planını takip eden geleneksel ‘’Lineer Ekonomi (Doğrusal Ekonomi)’’ modelinden ‘’Döngüsel Ekonomi’’ modeline geçişi mümkün olduğunca hızlandırmamız gerekmektedir. Bu bağlamda, şirketlerin düşük karbon ayak izine sahip ürünler geliştirmelerini teşvik edecek politikaların artmasının ve tüketicilerin daha da bilinçlendirilerek talepleri ile üreticiyi doğrudan etkileyecekleri yeni mekanizmaların geliştirilmesinin iklim krizi ile mücadelede önümüzdeki yıllarda daha da önemli hale geleceği rahatlıkla söylenebilir.

 

Dr. Burak BAYKAL / TTGV Öncül Proje Programı Teknik Takım Lideri

TTGV e-bültenine katılmak ve bizden haberdar olmak için kayıt olabilirsiniz.